Gerçekten böyle mi yaşamamı istiyorlar?

Gerçekten böyle mi yaşamamı istiyorlar?

Tüm zamanımı mutfakta süs gibi duran tabakları, eskitemediğim koltukları, kullanamadığım interneti, tüm gün boş kalan evin kirasını ve o boş evi ısıttığım doğal gazı ödemek için mi harcayacağım?

Kategori:Anı

Yayımlanma:


Bir arkadaşımdan telefon geliyor. “Yerel bir gazete grafik tasarımcı arıyormuş, düşünür müsün?” diyor. “Olur” diyorum. Sonra görüşmeler yapılıyor. Ama öyle telefonda konuşulacak konular değil ya bunlar, illa “Ofise gel detayları orada konuşalım” diyor. Şu ofis sevdasını oldum olası anlamış değilim. Herhalde “O kadar masraf yaptık, lanet olası internet yüzünden bizden başka kimse gelip gitmiyor, bari telefonda detay vermeyim de birileri ne kadar güzel bir ofisimiz olduğunu görsün” derdindeler.

Adresi alıyor, yola koyuluyorum. Benim düşüncem, “İlçe gazetesi en fazla haftalık falan olur, birkaç günlük çalışma ile işi götürebilirim” şeklinde. Çünkü tam zamanlı bir iş istemiyorum. İki vesait ile ve yaklaşık bir saat kırk beş dakikada o muhteşem ofislerine ulaşıyorum. Önce içecek ikramı ile kişisel sorular geliyor. “Nerde okuyorsun?”, “Nerelisin?”, “Baban ne iş yapıyor?” falan diye azılı bir suçlu olup olmadığımı araştırıyor. Verdiğim yanıtlardan sistem tarafından sisteme bağlı kalmam sağlanacak şekilde üretilmiş, az yakan çok iş yapan bir model olduğuma karar veriyor olmalı ki artık işle ilgili kısımlara geliyoruz. Bir yandan iş tanımını yaparken bir yandan da farklı yeteneklerim olup olmadığına dair sorular soruyor; “Bak, biz aslen reklam şirketiyiz.” Reklam dediği de tabelacılık. “Gazete bizim yaptığımız işlerden biri. Asıl olarak gelen reklam işlerini yapacaksın.” İçimden “Hayda!” diyorum. Nerden çıktı şimdi bu. Saçma salak bir gazetenin tasarımını yapma fikrine katlanıp buraya kadar gelmişim şimdi bir de bonus çıkarıyor. Neyse, iş zaten kafamda bitti ama kibarlık belasına dinlemeye devam ediyorum. O da saymaya devam ediyor; “Günde on saat çalışacaksın, şu an sigortanı yapamıyoruz ama bir iki ay içinde başlatırız, hiç kafana takma.” Vay babam vay, ne kadar da iyi kalpli ve güvenilir bir patron böyle! Devam ediyor; “Sabah ofisi açınca beş dakika ortalığı toparlarsın sonra da gelen telefonlara bakarsın. Tabela, broşür, kartvizit falan yapıyoruz. Zaten tasarım biliyormuşsun, yardıma ihtiyacın olursa da oğlum yardım eder. İlkokula gidiyor o da, tam bir bilgisayar kurdu.” Yuh artık, ofise paspas attıracak ve tele-sekreterliğini yaptıracak. Ama dur, o kadar da kötü biri değil, kendimi geliştirebilmem için ilkokula giden oğlunu da hocam yapıyor.

Artık meraktan dinliyorum cümlelerini, o saymaya devam; “Gazeteye gelince…” Hele şükür asıl işe geldik. “Gazetenin sadece tasarımını yapmayacaksın, madem gazetecilik okuyorsun seni habere de göndeririz. Fotoğraf çekmeyi de biliyorsundur. Bak bu iyi oldu.” Ben yeni bir şokla içimden “Ne oluyoruz?” demeye kalmadan devam ediyor, durduramıyorum; “Gazetenin en büyük geliri reklamlardan geliyor. Zaten gazeteyi bunun için çıkarıyoruz. Haftada bir esnafı dolaşıp reklam topluyoruz.” Ben henüz “Yuh! Reklam alma işini de bana yaptıracak” diye afallamaya kalmadan bir soru da yetiştiriyor; “Ehliyetin var mı? Varsa bizim arabayla gazetenin dağıtımına da verebiliriz seni.” Ben kapıya bakıyorum “Acaba en hızlı nasıl kaçabilirim buradan” diye ve “Her işi ben yapacaksam siz niye varsınız ki?” diye geçiriyorum içimden. O arada sorusunu da yanıtlıyorum; “Yok.” Üzülüyor ehliyetimin olmadığına sonra da maaş beklentimi soruyor. “Neyse, web tasarım yaptığımı öğrenmedi, yoksa gazetenin sitesini de bana yaptırırdı” diyorum içimden ve “temizlik, asistanlık, reklamcılık, dizgi, habercilik, haber fotoğrafçılığı ve yine reklamcılık için yedi ayrı maaş amam gerek” diye hesap yapıyorum. Dışımdan da “İş için normal bir ücret beklentim var” diyorum. Kötünün iyisine razı etmek sanırım niyeti, “Senden önceki arkadaşa 700 TL veriyorduk ama şimdi asgari ücret düşünüyoruz. Sigortayı da dediğim gibi birkaç aya başlatırız” diyor.

Daha sonra hayatımda küfür etmemin en çok gerektiği yerlerin birinden bunu yapmadığıma pişmanlık duyacak şekilde, kibarlık belasına “Ben bir düşüneyim” deyip ayrılıyorum.

Gerçekten böyle mi yaşamamı istiyorlar?

Geri evime gelmem de bir buçuk saat sürüyor. Yolda düşünüyorum;

İşe gidip gelmem üç saat sürüyorsa ve işte on saat çalışacaksam, ha bir de normal bir insan gibi günde sekiz saat uyursam bana ne kalıyor? Hadi diyelim gerçekten de yedi maaş alıyorum bu işler karşılığında. Hayatımı yaşamam için kalan üç saatte ne yapacağım? İşten yeni geldiğim için yemek hazırlayıp, yiyip bir de bulaşığını mı yıkayacağım?

Hadi yemeği dışarıdan söyleyeyim, en azından hazırlama ve bulaşık işleri zamanımı almasın. Nasıl olsa yedi maaş alıyorum. O halde evimde bir mutfak olmasına hiç gerek yokmuş. Gidip salona yeni aldığım koltuğumda dizi izleyim de bari koltuk biraz eskisin. Öylece duruyor yoksa. Dizinin kalitesini de HD yapayım. Nasılsa ay sonu olmasına rağmen internetimin adi kotasına daha yaklaşmamışım bile. Yalnız evin ısınması uzun sürüyormuş, bundan sonra doğal gazı hiç kapatmayayım, ne de olsa yedi maaş alıyorum. En azından akşam eve geldiğimde sıcacık evim karşılar beni. Belki arada arkadaşlarımla bira içip sohbet etmeye çıkarım. Ama onların da benimle aynı saatlerde işten çıkmış olması gerek. Tabii bir de buluşacağımız yer uzak olmamalı. Hızlıca geri dönüp ertesi gün hayatımdaki en önemli amaç olan işimde başarılı olmam için dinlenmem gerek. Ah! Aptal kafam. Duş almayı, ev temizliğini, çamaşırı, ütüyü, alışverişi unuttum.”

Gerçekten böyle mi yaşamamı istiyorlar? Ne maaş ne sigorta ne de çalışma güvencesi olmadan tüm zamanımı mutfakta süs gibi duran tabakları, eskitemediğim koltukları, kullanamadığım interneti, tüm gün boş kalan evin kirasını ve o boş evi ısıttığım doğal gazı ödemek için mi harcayacağım? Üstelik ne kadar kalifiye olursam olayım, ne kadar çok işi yaparsam yapayım kimse bana yedi maaş vermeyecek.