Rüyadayım. Öncesinde ne yaşandığını bilmiyorum. Ama içimi kemiren derin bir üzüntü ve çaresizlikle biliyorum ki; dünya dediğimiz gezegende bildiğimiz hayat artık yok.
Benimle birlikte yalnızca birkaç hayatta kalan var. Ne kadar zamandır bu yıkımın ortasında savrulduğumuzu bilmiyoruz; bilinçsizce, şans eseri sağ kalmışız. Ama bu hayatta kalış, bir armağandan çok lanet gibi. Ne evler, ne arabalar, ne ağaçlar, ne de hayvanlar kaldı artık yeryüzünde. Bildiğimiz her şey yıkılmış, yanmış, kül olmuş.
Küllerin ve yıkıntıların arasında konserve yiyecek arıyoruz. Üzerimize sinmiş ağır bir koku var, ama korkumuz savunmasız olmaktan değil. Biliyoruz ki bize zarar verecek hiçbir canlı yok artık. Korkumuz, sadece yalnızlıktan. Bırak yarını, iki dakika sonrasını bile görebilmek için yanıp tutuşuyoruz.
Hem bu felakete neyin sebep olduğunu deli gibi merak ediyor, hem de insanlığın son zerreleri olarak omuzlarımıza çöken suçluluk duygusunun altında eziliyoruz. İçten içe biliyoruz; dünyayı bu hale biz getirdik.
Başımı kaldırıyorum. Sanki elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın gezegenler, bomboş karanlığın içinde parıldayan yıldızlarla çevrili. Bu sonsuzluğun ve sessizliğin karşısında bir anda küçücük, neredeyse yok gibi hissediyorum kendimi.
Yine de, o sınırsız boşluğun içinde bile, belki bir gün, dünya küllerin altından yeniden yeşerir diye içimde ufak bir umut filizleniyor. Tam o sırada gökte bir ışık parlıyor. Atmosfere giren bir gök taşı, devasa alevler saçarak karanlığı yarıyor. Ardından yeşil, mavi, mor ve kırmızıdan oluşan renk cümbüşü gökyüzünü dolduruyor; birbirinden ihtişamlı gezegenler ve galaksiler gözlerime seriliyor. Bu muazzam güzelliğe hayranlığım doruğa ulaşmışken, düşen gök taşının aslında aydan kopan bir parça olduğunu fark ediyorum ve kalbim yeniden dehşetle sıkışıyor.
Uzaklarda, büyük bir sarsıntı ve toz bulutu eşliğinde yere çarpıyor. Ardından ayın üçte ikisi büyüklüğündeki bir başka parça dünyaya doğru düşmeye başlıyor. Ayın hâlâ gökyüzünde asılı duran kırık parçalarının arasından başka gezegenlerin siluetleri görünüyor. Anlıyorum ki, üzerinde hayat çoktan sönmüş bu gezegen artık uzayda savruluyor. Ve birkaç saniye sonra, o devasa parça belki de üzerinde durduğum gezegeni parçalayacak.
Koca kâinatın ortasında, yalnızlığa direnerek taşıdığım o minnacık umut da sönüyor. Ev dediğim gezegen sonsuza dek yok olmak üzere. Kendi ölümüm aklıma bile gelmiyor; ama bir daha hiçbir canlının nefes alamayacak olması buz kesiyor içimi.
Tüm insanlığın günahları omuzlarımda ve bu günahların bedelini yalnız çekiyorum.