O ve kadın: Rüya

O ve kadın: Rüya

Robot gibi yaşamak; bu tanımı kendisi üretmişti. Bazen yaptığı tüm hareketleri, davranışları düşünme yetisi olmadan makinalar gibi yaptığını fark ediyormuş.

Kategori:Öykü

Yayımlanma:


Robot gibi yaşamak; bu tanımı kendisi üretmişti. Bazen yaptığı tüm hareketleri, davranışları düşünme yetisi olmadan makineler gibi yaptığını fark ediyormuş. Bu robot gibi yaşadığı zamanlarda her şeyi geçiştiriyor, erteliyor, duygulardan yoksun kalıyor, hatta tanıdıklarının ölümü karşısında bile hiçbir şey hissetmiyormuş. Uzun süredir -aylar belki de yıllardır- robot gibi yaşadığının farkına sanki gözlerinin önünden çekilen bir şeyin, tanımlayamadığı hatta algılamakta güçlük çektiği bir şeyin, izin vermesi sonrasında vardığını söylerdi. Fakültesinde dersteymiş o sırada. Havanın kapalı olduğu bu güne uykulu olması da eklenince kendisini tamamen geri plana çekmiş, kalabalığın içinde yalnız olmaya da aldırmadan dersliğin arkalarına doğru bir yere oturmuş. Muhteşem bir uğultu ve tiksindiren gülüşmeler içinde yere düşen kalemin sesi ile aklını kaçırmak üzereyken “Bu insanlar neye yarar?” sorusuna yanıt aramış önce. İnsanlar gittikçe yabancılaşıyor ve hatta kendisine de yabancılık duymaya başlıyormuş. Neden bu derslikte olduğunu, anlatılanları öğrenmeye neden gereksinim duyduğunu kurcalamaya başlamış. Sonra birden bire kendini çok amaçsız ve gereksiz hissetmiş. Hayata karşı tüm ilgisi ve hevesi sönüvermiş. Ders bittiği gibi sınıftan fırlamış, kimseyle konuşmadan hatta kimseye görünmek dahi istemeden hızlı adımlarla ve yere bakarak yurda dönmüş, hemen yatmış.

Yurdumuz küçük bir yerdi. Odamız ise dört kişilik daracık bir odaydı. Odada Emre, o ve ben iki yabancı uyruklu öğrenci ile beraber kalıyorduk. O daha çok Emre ve benimle konuşuyor, günlük hayatın gerektirdikleri dışında yabancılarla pek konuşmuyordu. Yatağı kapıdan tarafta idi ve ranzanın alt yatağında yatıyordu. Notlarını, kalemlerini, anahtarını hatta bazen telefonunu da ranzanın demirlerinin aralarına tıkıştırır, odadaki ufak masada hiç çalışmaz, ödev yaparken de kitap okurken de yatağında yarı uzanır vaziyette olurdu. Hepimiz gibi o da hayatını bir metre küplük dolaba bir şekilde sığdırırdı.

Bir sabah uyandıktan sonra hemen yorganına sarıldı. Gözleri parlıyordu. Bana gördüğü rüyayı anlattı. Rüyasında yeşil ve görkemli bir ağacın dalından inen çok güzel bir kadın gördüğünden bahsetti. Belli ki sadece bir an gördüğü bu kadından epeyce etkilenmişti. Kırmızı dudaklarının muhteşem görünüşünü, beline kadar inen dalgalı saçlarını, iştah açıcı yanaklarını, vücudunun kusursuz yapısını, gözlerindeki sonsuz anlamı anlatmaya çalıştı. Anladığım kadarıyla o sadece bir kadın değil onun hayran olduğu kadın varlığının bir görüntüsü olarak rüyasında var olmuş olan bir kadındı.

O günden sonra geceleri erken yatmaya başladı. Uzun süre uyuyamasa da o kadını hayal etmek bile onun için enfes bir duygu olmalıydı. Sabahları geç kalkıyor hatta derslere girmiyor, sürekli onu uyandırmamamızı istediğini yineliyordu. Rüyasındaki o kusursuz kadını birkaç kaç defa daha gördüğünü öğrendim. Gün geçtikçe etraftan kendisini soyutluyor uyuyarak rüya görmeye çalışıyordu. Rüyasına giren kadın ile çok eğlendiğini, hep onunla kalmak istediğini söylüyordu. Birkaç gün sonra okuldan artakalan zamanlarında spor yapmaya başladı. Saatlerce yürüyor, uzun uzun koşuyordu. Spor konusundaki bu ani değişiminin nedeni, vücudunu yorarak derin rüyalar görmesini sağlamak olmalıydı.

Yine uykuya daldığı bir akşamüzeri gözleri açık kaskatı bir şekilde yattığını ve yüzünün kireç gibi bembeyaz olduğunu fark ettim. Yanına gittiğimde benimle konuşmak istemedi, telefonunu eline aldı ve birisi ile mesajlaşmaya başladı. Kalktı, yurdun koridorlarından kimseye görünmek istemeden süzülerek geçti, yüzünü yıkadı ve tekrar yattı. Bu kez yorganı kafasınız üzerine kadar çekti. Nefes almıyormuş gibi kıpırdamadan duruyordu. Ertesi gün rüyasını pek hatırlamamakla beraber kafasının her tarafının kanadığını gördüğünü söyledi. Hiçbir acı hissetmemiş bu olay sırasında ancak damarlarının çekildiğini, içinin ezildiğini, nefes almakta güçlük çektiğini ve ölmek istediğini hissetmiş. Uyandığında ise tüm yaşama hevesini yitirmiş olduğunu söyledi. Bu durumdan benliğini bir an önce kurtarmak için en sevdiği kişiye mesaj atıp kendisini rahatlatmasını beklediği halde umduğu ilgiyi bulamamış hatta daha da çok canını sıkan bir konuşma yaşamış. Birkaç saat geçtikçe gündelik yaşama karşı verdiği tepkiler normal hale gelse de tam anlamıyla etkisinden kurtulduğu düşünmemiştim. O gece de uyumadı, tüm gece yatağında sessizce oturdu.

Günler geçtikçe bambaşka birisi oluyordu. Dünya onun gözünde anlamını yitiriyor, konuşmak, yürümek hatta düşünmek gibi eylemler ona çok can sıkıcı geliyordu. Artık okulu tamamen boşlamıştı. Sadece sınavlara giriyor doğruca odaya gelip uyumak için yatıyordu. Bir süre sonra da uyku hapı kullanmaya başladı. Uyuduğunda mutlu oluyordu ancak uyanıkken her şeyden elini eteğini çekmişti. Yalnızca benle konuşuyordu. Konuştuğunda da sadece rüyalarını anlatıyor, salıklarıma kulak asmıyordu. Sürekli rüyalarında uçabildiğinden bahsediyordu. Kanatsız, araçsız kendi vücudu ile, önce küçük küçük zıplayışlarla başladığını bir süre sonra yükselebildiğini anlatıyordu. Bazen elektrik tellerine takılmaktan korktuğunu söylüyor bazen de esen ters rüzgârın etkisiyle kontrolünü kaybetmekten endişelendiğini. Uçma yetisine rağmen rüyalarında koşamadığını, bir şeyden kaçarken ne kadar kendisini zorlasa da çok yavaş kaldığını ve kaçmaya çalıştığı şeyin kendisini yakaladığında irkilerek uyandığını anlatıyordu. Dikkatimi çeken şeylerden birisi ise her geçen gün rüyalarında ki toplumsal hayatın izlerinin azar azar silindiği idi. Binalardan, elektrik tellerinden, yollardan bahsetmemeye başlamıştı. Günler ilerledikçe rüyalarında daha fazla ağaç, ova, uçurum yer almaya başlamıştı. Gününün büyük bir bölümünü uyuyarak ya da uyumaya çalışarak geçiriyordu. Bazen yemek bile yemiyordu. Vücudu sürekli yatmaktan iyice hantallaşmıştı. Merdivenleri kullandığında soluk soluğa kalıyor sanki bedeni burada olmasına rağmen zihni farklı bir dünyada yaşıyordu. Bazen kâbuslar görse de yanında mutlu olduğunu söylediği kadını görmeyi çok arzuluyor onu rüyasında gördüğünde çok mutlu oluyordu. Hiç rüya görmediğinde ise öfkeleniyor daha da çekilmez birisi oluyordu.

Bir gün sıçrayarak uyandı. Soluk soluğa kalmıştı. Gözleri kocaman açılmış sanki havasızlıktan ölecekmiş gibi derin derin ve hızlı hızlı nefes alıyordu. Burnundan kan akmaya başladı ve uzun süre kanamayı durduramadı. Rüyasında yine uçmaya çalışırken önce rüzgârın etkisi ile yükseldiğini sonra da birden yere çakılmaya başladığını anlattı. Ancak yere düşmemiş yere düşmek üzereyken bir ağacın dallarına çarptığı sırada uyanmış.

Aslında yaşamayı seviyor olmalıydı. Nefes almayı, yürümeyi, koşmayı seviyor olmalıydı elbette. Muhtemelen sadece sıkılmıştı dünyanın çirkin yüzünden ve saf bir yaşam sürmek istiyordu ama bu sadece rüyalarında gerçekleşiyordu. O da bu yüzden rüyalarının peşinden gidiyordu.

Bir gün odaya girdiğimde yatağında kanlar içinde yattığını gördüm. Kulaklarında, burnundan ve ağzından kan akmıştı. Benzi soluktu ve nefes almıyordu. Ölmüştü. Ancak kimse gözyaşı dökmedi ardından. Kimseler bilmedi bahçedeki solan çiçeğin yaşama sevincinin zaman karşısında nasıl da yenik düştüğünü bilmediği gibi. Kimseler fark etmedi yıllar önce tanıdık olan suratın kaldırımda yanı başından geçtiğini fark etmediği gibi. Kimseler ses etmedi içerisinde nice fırtınaların koptuğu gözlerinden okunan insanın ses etmediği gibi. Olan sadece odamızdan bir kişinin eksilmesiydi. Artık odada iki yabancı uyruklu öğrenci ile Emre ve ben vardık.

Ölüm yalnız bedenin gündelik işlevini yitirmesi değildir. Duyguların, ülkülerin ya da içimizdeki farklı kişiliklerin yok olması da birer ölümdür. Ve ölüm insanın kendi parçalarına yabancılaştığında, onları başka birisinin hisleri olarak görmeye başladığında gelir. Ne var ki insanoğlu ölen parçalarının yerlerine yenilerini ekleyerek hayatta kalır.