O ve kadın: Sonsuza dek mutlu

O ve kadın: Sonsuza dek mutlu

Yine tek başınaydı. Ders çıkışında eve giderken uğramıştı kafeye, bir masaya oturmuş kahvesini yudumluyordu. Birden ucu masadan artmış şekilde duran defterinin yere düştüğünü gördü.

Kategori:Öykü

Yayımlanma:


Yine tek başınaydı. Ders çıkışında eve giderken uğramıştı kafeye, bir masaya oturmuş kahvesini yudumluyordu. Birden ucu masadan artmış şekilde duran defterinin yere düştüğünü gördü. Defteri; yazdığı ama kimseye okutmadığı ve okutmayacağı hikaye ve şiirleriyle doluydu. Bu yüzden onun için çok önemliydi ve hemen eğilip aldı yerden defterini. İçinden saçılan bir kaç sayfayı da kimseler görmesin diye gelişi güzel tıkıştırdı sayfaların arasına. Dikkatini defterine öyle vermişti ki defterine çarpıp düşüren adamın içeri hışımla girip yine tek başına oturan bir kadının masasına çoktan ulaştığının farkında değildi. Adamın, yumruklarını kadının oturduğu masaya vurmasıyla irkildi. Kadın yerinden fırlayarak ayağa kalktı. Adam orta yaşlı ve iri vücutlu idi. Kalın ve boğuk sesi ile anlaşılmaz bir şeyler haykırıyor, küfürler ediyordu. Kadın zarif, kısa boylu ve düz kahverengi saçlıydı. Adamın karşısında duruyor, adama doğru bir şeyler haykırıyor ve ellerini sağa-sola sallayan kadının gözleri doluyordu. Sanki karşısındakine değil de kendisine sitem ediyordu kadın. Adam kadını tartaklamaya başlayınca o, -sinirden elindeki defteri masaya koymak bile aklına gelmeden- ayağa kalkıp “Hey!” diye adama haykırdı. Adama doğru ilk adımını henüz atmıştı ki adamın belinden silahını çekip ona doğrultması ile kala kaldı. Zaman durmuştu sanki, bütün insanlar, bütün nesneler yok oluvermiş yalnızca hıçkırıklar içinde adama yalvaran kadının feryatları ve silahını ona doğrultup sallayan adamın küfürleri kalmıştı. Kadın gözyaşları içerisinde zıplayarak adamın omzunu yumrukluyor, adamsa kadını hiç hissetmiyor gibi dimdik duruyor ve anlaşılmaz sesi ile küfürler ederken ağzından etrafa tükürükler saçılıyordu. O ise henüz olup biteni anlamlandıramamıştı. O sırada adamın elindeki silahın ateş almasıyla birlikte silahın çıkarttığı korkutucu sesi işitti.

Kafasının içerisinde binlerce şey uçuşuyordu. Adam, kadın ve kendi hayatı hakkındaki düşünceleri bir birine dolaşıyor, düşüncelerine hakim olup onları mantıklı bir sıraya dahi koyamıyordu.

Belli ki adam kadını öldürmek için buraya gelmiş, öyleyse bir, iki ya da üç ölüm onun için fark etmiyor. Peki ya bu adam elini kolunu sallayarak çıkıp gidebilecek mi buradan? Biraz önce kafede olan insanlar nerede, neden müdahale etmiyorlar? Evet evet, nerede onlar? Mesela biraz önce sohbet ettiğim yaşlı adam nerede? Hani hayattan artık hiçbir beklentisi yoktu. Hani başka birisinin yerine ölmek gibi bir şey olsaydı ölürdü. Neden şimdi beni kurtarmak için atılmıyor silahın önüne? Ölmek o kadar zor mu? Hele başkası için ölmek? Acaba böyle bir durumda ben olsam başkası için ölmeyi göze alır mıydım? Eee, şimdi de hiç tanımadığım birisi için ölmek üzere değil miyim? Ölüyor muyum? Ama daha çok erken, benim yaşamam gerekiyor, yoksa birçok şey yarıda kalacak, geride birçok şey bırakacağım. Mesela mesela, içtiğim kahvenin parasını vermedim henüz. Gerçi cebimdeki para kat kat karşılar kahvenin parasını. Ya defterim, defterim ne olacak? Ya birileri yazdıklarımı okursa! İyi de, ben neden yazdım ki onları başkaları okumayacaksa! Ne kadar da aptalım. Hayatım boyunca bu aptallığı nasıl yaptım ben? Hem ben öldükten sonra okusalar ne olur ki? Hakkımda kim ne düşünürse düşünsün. Peki ya sevdiğim kadın, o da okursa yazdıklarımı! Onu hala sevdiğimi öğrenir de canı yanarsa! Ne de güzel günler geçirmemiş miydim onunlayken, ama o benimleyken hiç mutlu değildi. Seyretmeye doyamazdım onu. Hele öyle akıl dolu şeyler söylerdi ki bir süre sonra dalıp gider kendimi kaybederdim. Kendimi kör, sağır, dilsiz hissederdim ama onu çok daha iyi anlamamı sağlayan görünmez bir bağ olurdu aramızda. Bakışlarına yüklerdi ağzından çıkan sözcükleri, doğruca beynime yollardı. Hem cümleleri bir an önce bitse de boynuna sarılıp öpücükler kondursam yanaklarına diye ister hem de kurduğu cümleler hiç bitmesin sonsuza dek onun sesinden, bakışlarından ve düşüncelerinden besleneyim isterdim. O ise benimle buluşmamak için bahane uydurmaya bile tenezzül etmez, sadece “Hayır.” der geçerdi. Şimdiyse tamamen unutmuş mudur beni? Ama ben hala ona olan sevgimle yaşıyorum. Bensizken mutlu olduğunu bilmek bana yetiyor. Hem artık öyle bir hale geldim ki sevgiyi yalnız ondan almama da gerek yok. Bütün kadınlar sanki ondan bana mesaj taşıyor. Mesela, biraz önce caddede şans eseri göz göze geldiğim kadınla -nedendir bilinmez- gözlerimizi alamadık birbirimizden. Kendimi çok zorladım daha fazla bakmamak için ama olmadı. Tam yanımdan geçerken yüzündeki tebessümü yakaladım. Sanki sevdiğim kadın vardı içinde, onun tebessümüydü sanki gördüğüm. Bir anda mutluluk sarmıştı tüm bedenimi. Bu enerji ile bir hafta yaşayabilirdim. Yine yolda birisi omuz atıp da mutluluğumu ziyan etmesin diye girmiştim ya zaten bu kafeye. Sonra da bu olay geldi başıma. Aklım almıyor, bir kadını öldürmek istemeyi koy bir kenara onu tartaklamayı bile aklım almıyor. Peki ya olayla hiçbir bağlantısı olmayan birisini, beni, öldürmek… Buna ne demeli? Acaba ne diyecekler arkamdan? Haberlerde; “Cinnet getiren adam bir üniversite öğrencisini öldürdü.” mü diyecekler? “üniversite öğrencisi” ve “ölüm” bu iki basit kelime mi tanımlayacak beni. Kimseler bilmeyecek mi şu hayatımda ne acılar çektim, nelere güldüm-ağladım. Kimse umursamayacak mı ölümümü? Sonsuzun bir parçası mı olacağım? Ama mutluyum, varsın kimseler bilmesin yaşayıp gittiğimi. Baksana, o tebessüm öyle etkili olmalı ki benim için, bu olay bile canımı sıkamıyor. Sevdiğim kadını tanımış olmak yetiyor mutlu olmam için. Onu sevmekten büyük mutluluk yok. “Çok erken ölmek için.” diyordum, yanılmışım, ölüm ne zaman gelirse gelsin erkendir. O halde farkı yok erken ya da geç ölmenin. Şimdi alabildiğine mutluyum. Öyleyse tam zamanıdır ölmenin…

Adamın silahından çıkan kurşun dosdoğru onun şakağına isabet etti. Yüzünde bir tebessüm belirirken bakışlarını kadına çevirdi. Kadının yüzünde acı vardı, ama buğulu gözlerinin içinde sevdiği kadının hayat dolu bakışları beliriyordu. Yere yığılırken boşalan elinden kayıp düşen defterinin arasından fırlayan kağıtta ise Franz Kafka’nın şu sözü yazılıydı;

“Duvar kendisine çakılmak üzere olan çivinin ucunu nasıl hissederse, o da şakağında öyle hissetti. Yani hissetmedi.”

Öldü, hayat belirtisi söndü...